BİRLEŞİK ARAP EMİRLİKLERİ'NDE YAŞAMAK NASIL BİR ŞEYDİR? HOW IS LIFE IN U.A.E ?

Cumartesi, Eylül 04, 2010

çay kokusu




Senelerce sevmedim çayı; ne kahvaltıda, ne akşam yemekleri sonrası, ne de dost sohbetlerinde. Hani derler ya kendimi bildim bileli diye, işte o zamandan beri. Demlemek hep bir işkence oldu, servis etmek ayrı işkence.. Büyüdükçe çay servis etme sayısı da artar tabi Türk kızının, güler yüzüyle çaylarını misafirlerine akrabalarına götürmek durumundadır. Arkadaş ortamlarında çok sorun olmaz, herkes sırayla doldurur bardağını, aman kimin bardağı bitmiş, aman kaçırmayayım diye beklemek zorunda kalmazsın. Ama ki akrabalar! insanın canını yakarlar resmen. 'bu açık olmuş, koyulaştır getir', 'bu koyu olmuş üstüne az su ekler misin?'. bu böyle gider çaydanlığın dibi görünene kadar. Haşlama çay diye bir şey vardır bir de. bazı insanlar anlarlar demliğe fazladan su konduğunu. neden, nasıl bilmem, ama öyledir. Hep biter benim demliğim ve hep üstüne su eklemem gerekir acaba haşlama çaydan anlayan birileri var mı korkusuyla.. Peki bitmeyen demlik var mıdır? vardır. Annemin demliği hiç bitmez, 10 da olsa 20 de olsa kişi sayısı farketmez. Sırrını bilemedim seneler boyunca ama bu bereketli demlik hikayesi dilden dile dolaşır hep ailede.
Çayla ilgili söyleyeceklerimden bir başkası; babamın da benim gibi hiç çay sevmediği, uzun yıllar çay sevmememin sebebini buna bağlamıştım. Hafiften de gururlanırdım, babama benzemekle. Herkes çay sever ben sevmezdim, çünkü babama benzerdim...
Hiç düşündünüz mü çayın anlamını? ya da bu anlamın bölgelere göre farklılık göstereceğini? Üniversitede Mardin/Midyat'a yaptığımız gezi sırasında bir gazete çıkarmıştık oradaki yerel halk için, o gazeteye yine çay ile ilgili bir yazı yazmıştım. Keşke bulabilseydim o yazıyı, paylaşmak isterdim. Midyat'ta yaptığımız çalışma boyunca sokaklarda dolaşırken her girdiğimiz evde avluda ağırlanıp, çay içmiştik. Sofraya koyacak ekmeği olmayan insanlardan nasıl da gönülden gelerek arka arkaya ikram edilmişti o bardaklar. Paylaşmak ve çayın anlamını orada anlamıştım.. Karşıdan çok farklı gördüğümüz topraklara gelmeden önce korktuğumuz için, ön yargılarımız için utanmıştım. Bardaklarca çay sevdirmişti insanoğlunu, dilimden anlamasa da, dilinden anlamasam da..
Çay'a bu kadar anlam yüklemenin normal olup olmadığını düşünüyorum şimdi. Ve haklı olduğuma kanaat getiriyorum. Burada çaydanlık bile bulamanın verdiği güvenle. Bu çay denen şey nasıl da güzel ayırıyormuş, tanımlıyormuş milletleri birbirinden. Aklımız almıyor çaydanlıksız çayın nasıl yapılabileceğini. Hele ki bu araplar nasıl olur da kullanmazlar çaydanlığı? hayret hayret üstüne. Ve nasıl oluyor da senelerce 'ben çay sevmem' nidaları atan ben, demlenmiş çay özlemiyle yanıp tutuşuyorum, burnuma buram buram çay kokusu geliyor?.. Ramazan'da iftar geçti mi başlıyor çay özlemim. Sallama çay vermiyor o kokuyu da tadı da. Günlerce süren çaydanlık arama maceram Carrefour'da son buluyor bin bir gayretle. Eski usul kettlelar, bakırlar, kahve demlikleri derken, sonunda tek tek açıp kutuları hepsini bir bir üst üste oturtarak denemeye başlıyorum. Ne de mükemmel bir uyum gerekiyormuş bu çaydanlık sistemi için! Gelip geçen insanların garip bakışları altında deneylerimi devam ettiriyorum. Ve nihayetinde mutlu son! birlikte ayakta durabilen bir çaydanlık oluşturuyorum. 
Yukarıdaki bardak ilk demlediğimiz çayımız. Çaydanlık bulmak kadar çay bulmak da bir o kadar zor. Lipton'un demleme çayını almıştık ama bir garip işte. Soğuduğunda kahve kıvamına ve rengine dönüyor, taneleri de hazır kahve taneleri gibi. Türkiye'ye geldiğimizde yapacağımız alışveriş listemize rize çayını  da ekledik şimdiden.
He bir de eviye'deki çay posaları var, söylemem gereken. Saçma gelebilir biliyorum ama posalar az da olsa eviye'ye dolunca dedim kendi kendime: 'işte şimdi bir Türk eviyiz..'