BİRLEŞİK ARAP EMİRLİKLERİ'NDE YAŞAMAK NASIL BİR ŞEYDİR? HOW IS LIFE IN U.A.E ?

Pazar, Temmuz 11, 2010

8 Haziran Salı

17:57
Sıfırdan bir ev kurmanın dertleri bitmek bilmiyor.. eksikler azalmıyor, sorunlar ise birbirleriyle yarışıyor. bu sabah banyonun tavanından akan su sesiyle uyandım. tek bir yağmur damlası bile olmayan bu memlekette hem de ara katta tavan akması gerçekten traji komik bir olay olsa gerek. ama ondan önce aradan geçen bu süre zarfında neler yaptığımızı anlatmak istiyorum.

Ben sanırım ilkokul zamanlarında başlamıştım günlük tutmaya. 3-4 sene öncesine kadar da düzenli yazardım, bir ajanda bitince koşa koşa ötekini alırdım. Ortaokul, lise, üniversite hep birer ajandalara sığdı. ama hiç bir zaman günü gününe anlatmadım olayları. Bence ismi günlük diye her gün yazılması gerekmiyor. önemli olan, olayları doğru duygularla ve doğru şekilde anlatabilmek. hatta bazen sıcağı sıcağına anlatılan duygular gerçeği yansıtmayabiliyor. nasıl her önemli karar öncesi bir gece beklemek gerekiyorsa günlüğe yazmadan önce de gerçek yorumları beklemek gerekiyor, bayatlamasına da izin vermeden..

Geçtiğimiz perşembe gecesi söylediğim gibi bir bara gittik. merkezde Novotel'in Rock barı. Ama ki ne rock ! kapıdan ilk girdiğimiz andan itibaren Tarlabaşın'da bir pavyona gelmiş gibiydik. kapıdan başlayarak içeride de ayakta bekleyen flipinli hepsi birbirinden ucube kıyafetli kadınlar, arap güvenlik görevlileri, masalarda toplaşmış karışık milletlerden yığınla erkek ve çok berbat bir kareografiyle dans edip şarkı söyleyen 5 bayandan oluşan bir grup, he bir de arada şarkı söyleyip ama çoğunlukla dj kabininde duran elaman var. Arkada bir Ibanezli gitarist ve bir baterist. Bir kere ara verildi. O arada da pistte hani şu yazlık yerlerde gece bir saatten sonra çoğalan amele tayfası gibi tipler toplaşıp dans etmeye başladı. işin ilginç yanı az önce dans eden kızlar da bu arayı fırsat bilip üstlerini değiştirip piste dans etmeye gelmişlerdi, aradan sonra hayret edilecek bir hızla tekrar sahne kıyafetleriyle geri döndüler. Amerikalı ya da Ingiliz olabilir bir kaç tane de belli ki pazarlık yapmaya gelmiş avrupalı orta yaşlı adam vardı. Biz ise parıl parıl parlıyorduk. Elinde 20 dirheme aldıkları şişe biralarıyla sadece müzik dinlemek isteyen, sahnenin önündeki kolona dayanmış duran ve kendi aralarında şakalaşan bir çift. Ne olduğumuzu tam anlayamamış olabilirler. İkimiz yan yana olduğumuz için etrafla dalga geçip güldük ama keyif anlamında hiç tat yoktu. dönen renkli top ışıklar, loş ortam, buram buram sigara kokusu ve uzaylı görmüş gibi bakan insanlar.. Gerçekten beklediğim şey değildi. Gecenin esprisi ise kendimi "barın en güzel kızı" olarak tanımlamamdı, bu zamana kadar barın en güzel kızı hiç olmamış gibiydim :))













Arada tuvalete gittik ve çıktığım anda üstüme çevrilmiş şaşkın ifadeli bakışlar, heriflerin yüzlerindeki o tarif edemeyeceğim mimikler zaten doğuştan komik olan yüzlerini daha da saçma sapan bir hale sokmuştu. Tabi ki gülemedim :) başımı öne eğip "aman şimdi başımıza bir iş almayalım" diye kendimi hemen Efo'nun yanına attım. Ahh sarışın renkli gözlü bir insan görmek herhalde hiç bu kadar istememiştim.. Gülsem mi ağlasam mı bilemediğim zamanlar.. 2. yarıyla birlikte istekleri çalmaya ve sahneden doğum günü kutlamaları yapmaya başladılar. istekleri de taverna usulü peçeteye yazıp gönderiyorlardı. Biz 'Rock Bar' diye gelmiştik ama?!?.. ahh benim Beyoğlum, neredesin?..

Taksiyle gidip döndük, gidiş-dönüş yaklaşık 35 Dirhem verdik. Eve geldiğimizde kulaklarım deli gibi çınlıyordu, bu vasat bile olmayan deneyimimizden sonra bir kaç türkü ile ufak çaplı bir arınma seansı yaptık.
Cuma sabahı yani tek tatil gününde Efo'nun ilk istediği şey olan çok özlediği yumurtalı ekmek ile kahvaltı yaptık ve ardından kendimizi Marina Mall'daki Ikea'ya attık. Saat 11 olmasına rağmen avm neredeyse boştu ve mağazalar yavaş yavaş açılıyordu. Yolumuzun üstünde ilk gördüğüm marka Stradivarius olunca kendimi hemen içeriye attım. Ama fiyatlar beklediğim gibi değildi. Neredeyse Türkiye ile hemen hemen aynı fiyatları gördüm. Belki 5-10 TL bişi daha aşağıda olabilir. Buraya gelmeden önce kurduğum ucuz kıyafet alma hayalleri ise suya düşmüş oldu. Nerede benim Terkos pasajım ?!?..

Ikea'da da durum farklı değil. Sanki eline al bir hesap makinesi tek tek kurları çevir hesapla aynı hesaba geliyorsun, sadece yuvarlanmış fiyatlar o kadar. İstanbul'daki Ikea'ya göre daha küçüktü ve aradığımız çoğu şeyi bulamadık. Bir ara gerçekten pes etmiştim. Bizim pencerelerimiz 290 cm, Korniş sistemleri ise maksimum 2 m, bizim yatağımız 150*190 ama bütün çarşafla 160 ya da 2'lik yataklara göre, banyo seti yok, duş perdesi yok... Yani buraya bir de Koçtaş gerekiyormuş. Alternatif bir yapı market'e ihtiyacımız var. Bir de kültablası sorunsalımız var ki zaten artık aramaktan vazgeçtik, aldığım orta boy tealight mumlukları kullanıyoruz. Ne Carrefour ne de Ikea'da böyle bir şey satılmıyordu. Kendi aramızda da değil satmak o ismi kullanmanın bile yasak olduğuna dair espriler yapıyoruz. alkol yasak ama galonla sigara satılan yerde nasıl oluyor da kültablası satılmaz anlamış değiliz. O kadar yorucu bir işti ki o Ikea alışverişi, önceden olsa belki koşa koşa gideceğim almak için yarışacağım yeri şu an bir daha görmek bile istemiyorum. Çünkü her şey ihtiyaç, her şey gerekli ama her şey zaten eski evimizde alınmış ve kullanılıyordu. Öyle güzel bir düzenimiz vardı ki orada, burada da malesef aynılarını almak zorunda kalıyorum ve var olan eşyalarımızdan tekrar alıyor olmanın saçmalığı beni sıkıyor.. yine gidip aynı şeyleri beğeniyorum, bir yandan aynılarını almamaya çalışarak en azından bir araya geldiklerinde -ki o ne zaman olacaksa- bir takım oluşturmaları için daha küçüğünü ya da bir değişiğini bulmak için çabalıyorum. Sonuç olarak toplamda 2.000 Dirhemlik bir alışverişin sonunda ne bitti eksikler ne de istediğim şeyler oldu. Ikea, Ikea gibi değildi, ev alışverişi alışveriş gibi değildi, çözmemiz gereken sorunlar 1 iken 5 oldu ve öylece çıktık oradan.. Oysa ki girip her şeyi bir yerden halledip çıkmamız gerekiyordu, evdeki hesap çarşıya uymadı.

Cumartesi yani haftanın ilk günü evimizin tesisat işleri için şirketin adamları sabahtan geldi. 2 adet hintli, fotoğraflarını çekmek çok istemiştim ama adamları korkutmamak için yapmadım. Bulaşık-Çamaşır makineleri bağlandı. Boy aynası, ocak arkası cam panel ve Tv takıldı. evi 3 defa su bastı hala da basmaya devam ediyor.. Nasıl yavaş ustalardı. ustanın yanındaki yardımcı amcasının oğlu falan olsa gerek; işsiz kalmış da para kazanmak için burada vakit geçiriyor gibiydi. O adam başka ne iş yapabilir bilemiyorum, hamal bile olamayacağı kesin. Dillerini anlamadığım için bir ara ciddi ciddi ikisinin farklı dilleri konuştuğuna karar verdim. Usta dübel istiyor adam çivi getiriyor, çivi istiyor o çekiç getiriyor ya da "git çeşmeler akıtıyor mu diye kontrol et" gibi bir şey söylüyor, adam henüz daha yerine takılmamış olan musluğun tesisatını açıp geliyor ve tabi ki her yer bir anda su oluyor!.. yani nasıl olur da kendi dilinden konuşan birini bu kadar yanlış anlayabilirsin. Bu tip kontrolsüz işlerde muhtemel doğabilecek yanlışlıklara ve beklemelere tahammülü olmayan bir insan olarak olmayan Hintçemle ben yardımcılık yapmaya başladım. Doğru uzunluktaki çivileri doğru dübellere takıp hazır ettim, delinecek yerleri ölçüp biçip işaretledim. Onlar ise geçen koca bir yarım günden sonra plazmayı su terazisi kullanarak dengeye aldıklarında gerçekten çok iyi usta olduklarını ima eden bir takım hareketler yapıp, birbirlerini tebrik ettiler. çıkarken geri bakıp bakıp yaptıkları işlerle gururlanıyordu. Aman allahım neredesiniz Türkiye'de ki ustalarım, bu Hintliler delirmiş olmalı ?!?..

Bugün yeni hattımı almış Efo, onu getirdi. 'Etisalat' cell :)) burada iki hat var, biri efo'nun kullandığı 'Du' diğeri ise daha çok Turkcell ayarýnda olan 'Etisalat'. Hemen kızlara mesaj attım ve çok kısa da olsa bir kaç satırlık yeni haberler aldım.

Pazar günü Digiturk'ümüz bağlandı. Buradaki 300. ya da 400. kaçak digi kullanıcısı olduğumuzu öğrenince tam bir Türk işi yaptığımıza kanaat getirdik. Ama biz ayda yine faturamızı normal tarifeden ödemeye devam ediyoruz ve bence Digiturk için bir şey fark etmiyor. Gelen hintliler ise Türkiye'de tam çingene işi diyeceğimiz türden bir pazarlık yaptılar. Gelmeden önce konuşmuş ve 350 Dirheme anlaşmış olmamıza rağmen iş bittiğinde extradan 30-50 dirhem kadar para istediler. Daha önceden bunun için tembihli olduğumuzdan Efo pazarlığa açık olmadığını belirtse de 10 dirhem için hala taksiyle buraya kadar geldiklerini evi tam olarak bilmedikleri için taksiyle dolaştıklarını anlatmaya çalışıyorlardı. Tam bir çingene gibi dayılanarak pazarlık etmeye çalışıyorlar. yani senden sebepsiz yere fazladan para istiyorlar ve bunu vermek zorundasın gibi konuşarak yapıyorlar. Tedirgin olmadım desem yalan olur. İki adam evimizin içindeler ve zaten hala onların o kapkara görüntülerine alışabilmiş değilim, bana hep korkutucu geliyorlar, kap kara gözlerle bana dik dik bakmaları bile beni huzursuz ederken bu tavırlarla para istemeleri kendimi çok güvensiz hissettirdi. Türkiye'de olsa bu konuşmanın arasına girip "hadi hadi yeter bu kadar" diye sonlandırabilirdim ama burada maalesef bir şeyler yapmak için kendimi hazır ve sahiplenmiş hissetmiyorum..

Pazartesi hemen hemen bütün günü Carrefour'da alışveriş yaparak geçirdim. Zaten bir markete gidip en ufak bir şey almak bile en az yarım saat sürer eminim. İlk defa tek başıma dışarıya çıktığım için oldukça heyecanlıydım. Tek başıma taksiye binmek ve bilmediğim yollardan sadece bir kere gittiğim bir yere gitmek insanı tedirgin ediyor. Caddeye çıkıp taksi beklemeye başladım, karşı yönden boş taksiler geçse de benim olduğum yönden neredeyse hiç geçmiyordu, yaklaşık 10 dakika bekledim, sonuna doğru ne güneş gözlüğüm ne de şapkam olduðu için belki de stresimin de etkisiyle nefes almakta zorlanmaya başladım. Benden daha sonra gidiş yönüne doğru ilerleyen bir genci taksinin beni geçip almasından sonra neredeyse ağlayacaktım. "Bu lanet çölde yoksa tek başına bir kadın taksiye alınmıyor muydu?" Yavaş yavaş eve dönmeye niyetlenirken bir taksi geldi ve daha terim soğumadan gideceğim yere geldim. 300 dirhemlik alışveriş sınırımla işe koyuldum. Zaten bütün gün yapacak bir işim olmadığından da hiç acele etmeden bütün reyonları tek tek gezdim. Tabi ki o kocaman marketin içinde bile aradıklarımı bulamadım. Bir Domestos, bir Doğadan Form almak bile bu kadar zor olabilir mi? tabi bunları türk markalarının isimleri ile söylüyorum, onları bulmak zaten imkansız da muadil şeyleri ayıklamak da o kadar imkansız gibi. Evet çok fazla çeşit var markette ama herşey ülkelere göre çeşitlenince market doluyor, benim için en temel olan şeyler ise eksik kalıyor. Çok fazla peynir, baharat, pirinç ya da et çeşidi var, her şey ülkelere göre ayrılmış durumda, herhangi bir şey almadan önce mutlaka üretim yerine bakmak artık adet haline geldi. Zaten meyveler ve sebzelerin de fiyatlarının yazdığı en üst kısımlarda nereden geldikleri yazıyor. taze nane, maydanoz ve semiz otu bulmak hele bir de üzerine küçük saksıda kokusu henüz kaybolmamış fesleğen bulmak beni çok mutlu etti. Malum sebze ve meyveler çok pahalı ve az bulunur olduğu için onları almak kadar evde bozulmadan saklamak da oldukça zor benim için. bir tek dalları bile kuruyup çürüdüğünde çok üzülüyorum. Ama taze nane ile bir salata yemek ya da sarımsaklı yoğurtlu semiz otu salatası kendimi taze sebze meyve dolu bahçelere yakın hissettiriyor :) tabi ki alışveriş sınırımı aşmışım ve kasaya geldiğimde aldığım çoğu şeyi geri bırakmak zorunda kaldım, yanıma kredi kartımı da almadığım için 3-4 saatimi harcadıktan sonra geri bir şeyler elemek çok zor oldu. Ama hata bende, ya yanıma extra para alacaktım ya da kredi kartımı, bomboş bir ev için alışveriş yapmaya çıktığımı ve her an herşeyi görüp ihtiyacımız olduğunu düşüneceğimi bilmem gerekirdi. Zorla da olsa 309 dirheme bu ikinci alışverişi kapatmış oldum. Taksiyle gitmek 4,75 dirhem, dönmek 7 dirhem tuttu.

Bugün ise daha şu tesisatçıların yaptığı yarım yamalak tesisat işlerini toparlayamadan, kulağım hala devamlı bir yerlerden gelebilecek muhtemel su seslerini dinlerken ve çoğunlukla doğru çıkarken, sabah duş başlığından akıyormuş gibi gelen bir su sesiyle uyandım. Heralde Efo çıkmadan duş aldı ve suyu tam kapatamadı, "hay allah nasıl da bu kadar açık bırakıp çıkabilmiş" diye düşünerek giderken kapısı açık olan banyonun tavanından akan şelaleyi gördüm. Gülsem mi ağlasam mı bilemedim. İlk önce sinir katsayım yükseldi, ardından ise durum çok komik gelmeye başladı. Her sıfırdan ev kurulurken olumsuzluklar ve aksilikler olmazsa olmazdır ya, hiç beklemediğiniz anlarda hiç beklemediğiniz şeyler görebilirsiniz, daha önceki evlerimde de aynı şeylerle karşılaştığımı ve bunun bir yeni yerleşme klasiği olduğunu, o zamanlarda ne kadar sinirlenirsen sinirlen işlerin daha kolay hal olmadığını hatta başkalarını doğurduğunu bunun için de işler kendiliğinden yoluna girene kadar sadece beklemek gerektiğini düşünerek kendimi rahatlattım. hala da öyle yapıyorum, zamanın geçerek herşeyin rayına oturmasını bekliyorum.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınızı bekliyorum.